20 Mayıs 2017 Cumartesi

Masalları Olan Fotoğraflar

   Fotoğrafçılık kursuna başladığımdan bahsetmiştim; yani bahsedeyim diye içimden geçirip unutmadıysam söylemiş olmam lazım. Bugün atölyeler sona erdiği için sergi yapılmıştı ve benim iki fotoğrafım da vardı, baktıkça yüzümde güller hatta lavantalar açtı gün boyu. Hatta bir kız fotoğrafıma bakıp çok güzel olmuş dedi, ben nasıl yerimde durayım bunu duyduktan sonra? Kız bunları arkadaşına söylüyordu, yani benim fotoğrafı çeken kişi olup onu duyduğumu bile bilmiyor, zaten arkam dönüktü; bilse bile göremezdi lakin ben ağzımı kapatıp gülüyorum, çok tatlı anlardı.



   Kursa başladığımdan beri çektiğim fotoğrafların makinenin değil de benim fotoğrafım olduğunu fark ediyorum(reklam cümlesi gibi oldu bu) , hatta makinede ayarlamaları ilk deneyişlerde yapabildiğim zaman o kadar mutlu oluyorum ki makineye sarılasım falan geliyor.



   Hatta instagramda da fotoğraflarım otomatik devir ve manuel devir diye iki farklı çizgiyle ayrılıyor sanki, fotoğrafları bırakın altına yazdıklarım bile değişti.



   Şöyle ki eskiden epey klasik bir instagram kullanıcısıydım, her gönderinin altına bir şiir yazardım. Hatta fotoğraflar da birbirine benziyordu, evden okula; okuldan eve, sürekli aynı yol üzerinde nasıl farklı fotoğraf çekeceksem zaten. Sonra ben bir anda instagramda fotoğraf paylaşmayı kestim ve uzuuuun bir süre paylaşmadım da. Ama kursa başladıktan sonra, aslında tam olarak büyük adaya düzenlediğimiz bir fotoğrafçılık gezisinde antin kuntin fotoğraflar çekip çok sevdikten sonra, bunları paylaşmaya karar verdim. Çünkü bu fotoğrafları paylaşmasam konservelerini mi kuracağım? Paylaşınca bütün arkadaşlarım görüyor ve ben de hepsinin fotoğraf hakkında ne düşündüğünü özelden sorarak da olsa öğrenebiliyorum. Herkeste oluyor mu bilmiyorum ama yaptığım güzel bir şeyi en azından bir kimsenin yorumlamasını(ama güzel yorumlamasını) isterim, mutlu oluyorum böyle ufak yorumlar duyunca.



   Öncelikle antin kuntin fotoğraflar konusuna bir açıklık getirmek istiyorum. Normalde insanlar adalara gidince fayton çeker, ev çeker, çiçek çeker, manzara çeker. Peki, ben gidip ne çektim? Evin bahçesindeki korkuluklara asılı üstüne boya bulaşmış montu; normal çiçeklerin önündeki kurumuş çiçekleri; kıyıda köşedeki örümcek ağını falan. Çünkü çok hoşuma gittiler, ama sonra biraz hüzünlü durduklarını fark ettim. O yüzden paylaşırken altlarına fotoğraflarla alakalı mutlu, bir o kadar da alakasız gözüken minik masallar yazıyorum; dizginlerim hayal gücümün elinde, hayal gücümse nerede gerçekten bilmiyorum.



   Yukarıda ne demiştim? Yaptığım güzel bir şeyi insanlarla paylaşmayı seviyorum; en az bir en çok sonsuz. Dedim neden ben bu masalları bloğumda paylaşmıyorum ki? Buyurun efenim; bir varmış bir yokmuş


Bu kapı numarası gizli mizli kapı adında bir kapıya aitmiş. Bu kapıyı görmek için önce kapı numarasının önüne gelmek, sonra da baş üstü durup turşu yemek gerekliymiş. Eğer bir de sevgi dolu bir kalbiniz varsa, son turşu lokmasını midenize gönderdiğiniz anda gizli mizli kapı önünüzde beliriyormuş. Bu kapıysa tabii ki... Bir turşucu dükkanına açılıyormuş 👻


Bu martı epey afacan bir şeymiş. En büyük zevklerinden biri oraya buraya uçup fotoğrafını çeken insanlara montajlanmış gibi gözüken pozlar vermekmiş. Piramidin tepesine parmaklarını koyuyorlarmış gibi fotoğraf çekilen insanlar var ya, onlar gibi işte. Ama bir özelliği de çok sabırsız olmasıymış. İnsanlar deklanşöre basana kadar dayanamayıp hareket edermiş ve bu yüzden fotoğraflarda en az bir yeri bulanık çıkarmış hep 💫


Taa uzak, çok uzak diyarlardan birinde, tuhaf bir insan yaşarmış. Saray yavrusu gibi bir evi varmış; görenler hayranlıkla süzer, böyle güzel bir eve sahip olabilmeyi dilerlermiş. Ama bu evin içini tuhaf insandan başka kimse bilmiyormuş, çünkü bırakın evine buyur etmek, yakınına bile yaklaştırmazmış diğer insanları. Ancak bahçe kapısının ardından izlemekle yetinirmiş onlar da. Neden miymiş kimseyi evine kabul etmemesi? Bu ev aslında photoshopmuş da ondan! Herkesinki gibi başını solacak bir yuvaymış sadece. Bu çivi de o evin duvarındaki çivilerden. Nasıl uzak diyarlardan buraya gelmiş diye sorarsanız... Leylekler getirdi mi desem, uzaklık görecelidir mi 😄💃


Çikolatayı çok seven bir çocuk varmış. Bu yüzden hep çikolata renkli olmak istermiş. Bir gün kendini o renge boyamaya karar vermiş ve koca bir kutu boya almış. Tüm vücudunu boyadığında hayalleri gerçekleşmişmiş artık. Ama koşup oynarken epey terlemiş ve bir bezle terini silince... Çikolata rengi akıp bezi de kahverengiye boyayıvermiiiş 🍫


Bu ipi buraya küçük bir çocuk bağlamış. Çünkü tel örgülerin kendilerine batacağından korkan insanlar ve hayvanlar onlara pek yaklaşmıyormuş ve tel örgüler hep yalnızmış. Aslında elinde olsa çocuk hep tel örgülerle konuşurmuş ama tüm günü de sokakta geçiremezmiş ya. Ama bu ip onun yokluğunda tel örgülerle arkadaşlık ediyormuş. Korkutucu gözükseler de aslında çok kibar ve sevimliymiş bu teller. Gülü seven dikenine katlanıyorsa tel örgüyü seven neden katlanmasınmış, değil mi? 💃


Bu zincir firari zincir! "Hep zincirlenenler mi kaçacak canım, her yere bağlanan biz zavallı zincirlerin halini düşünen yok zaten!" diyen zincir atmış kendini yere; yol onu nereye götürürse... Bir de üstündeki bir yanlış anlaşılmayı çözmek istiyor: zincirleri bağlayanlar insanken neden zincirlere isyan eder zincirlenenler, biz de burada mağdur durumdayız diyor. Ben elçiyim 🙌💁


Bu çiçekleri çiçek kurusunu çok seven bir karınca kurutuyormuş. Güzelce kuruduktan sonda kuru çiçek sarması yapınca tadına doyum olmuyormuş; bayram sofralarının vazgeçilmezlerindenmiş 🌼


Atlar her zaman L şeklinde gitmezmiş. Bazı atlar bir çadırın çevresinde dönüp dururmuş ömür boyu. Ya da insanlar öyle zannedermiş. Çünkü o atlar her gece; çoğu insan uyuduğu vakit yerlerini usulca terk eder ve gönüllerince koşturup oynarlarmış etrafta. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte bu atlara bakanlarsa yine çadırın etrafında dolanan tahtadan atlar görürmüş 🐎


Telefonun delikleri içindeee 🎶 küçük küçük çikolatalar yüzerken... Halbuki sadece arkadaşına da yediği çikolatalardan göndermek istiyormuş çocuk; nereden bilecekmiş çikolataların telefonun içine kaçacağını! Onları almak için parmaklarını telefonun içine sokmuş zaten, yoksa ne işi olurmuş polisle itfaiyeyle ☎


   Gökten üç uçan balon inmiş, üçünün de ucunda bir sepet çikolata varmış; en çok mutlu edecekleri insanların yanına uçmuş üçü de.





   Selametle…
Share:
Bu bloğun tüm hakları pamuğa ekilmiş bir fasulye tohumunun içinde saklıdır. Blogger tarafından desteklenmektedir.