Ağlamak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ağlamak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Şubat 2017 Pazar

Mürekkepten İskeletler ve Mürekkep Gerçeklikler

   Kitaplarda, filmlerde, şarkılarda, bazen kurduğum acıklı hayallerde, kısaca üzücü olan her kurguda ağlama eğilimine sahip birisiyim. Ve eğer siz de böyle biriyseniz insanların garip tepkilerini biliyorsunuzdur mutlaka.



“Bu sadece kurgu yahu, ağlamaya ne gerek var.”

En çok karşılaştığım tepkilerden biri. Kardeşim  “Ablam yine ağlıyor” deyip güler gerçi.

   Velhasılıkelam, siz de biraz fazla garipsendiğimizi düşünmüyor musunuz? Yani bir kurguda olan olaylarla mutlu olup gülüyorsak, onları zaten mutlu olmak için okuyup izliyorsak, şaşırıp korkuyorsak, sinirleniyorsak, yani tüm bu duyguları bir kurgu karşısında yaşıyorsak, neden üzülmeyelim?



   Şimdi uzun bir zaman önce düşündüğüm teoremlerimi sizinle paylaşıyorum.

   Aslında bir kurguda olan olaylar karşısında üzülme yahut sevinme, o karakterlere duyulan tanışıklık hissi sonrasında gerçekleşiyor bence. Mesela bazı polisiye kurgular vardır bilirsiniz, ilk sayfa, ilk bölümden birileri ölür. Hiç onlar için ağladınız mı, eğer arkalarında gerçekten acıklı bir hikâye yatmıyorsa, yani kurgunun belkemiğini oluşturmak için değil de sadece ölmek için ölüyorlarsa?



   Ya da kurbanlar vardır mesela; haber alınır, biri ölmüş, suç mahalline gelin! Ve ardından katilleri bulmak için karmaşık olaylar çözüme kavuşturulur, günler geceler kafa patlatarak geçer, esas dedektiflerimiz mor gözaltları -psikopat mıyım bilmiyorum ama mor gözaltlarını hep sevmişimdir, bende olmuyor- ve kahve bardaklarıyla düşünür, düşünür ve düşünürler. Ve bum! Suçlu bulunur, adaletin ellerine teslim edilir, her şey iyidir falan filan. Peki siz hiç o kurbanlar için üzüldünüz mü, hafif bir iç acımasının dışında? Şahsen ben daha önceden tanıdığım bir karakter değilse bir şey hissetmiyorum. Ama onların geride kalan çocuklarının, arkadaşlarının acı çekişlerini görünce de yüreğimiz parçalanmaz mı?



   Ve bingo! Kurgu bile olsa acısına, sevincine, hayallerine, umutlarına tanıklık ettiğimiz kişiler için üzülüyoruz. Çünkü onlar artık şeffaf, öylece geçip gidecek karakterler değil. Artık bizim dünyamızla onların dünyası kesişmiş, bizi iç âlemlerinde ağırlamışlar, artık onlar bizim için herhangi bir karakterden çok ötesi, artık onlar birer tanıdık! Bu tanışıklık hissi bazen birkaç dakikada veriliyor, bazen daha uzun bir sürede. Biz farkında bile olmadan artık aramızda bir aşinalık oluşuyor.



   Bir insanı en iyi anladığınız an onun duygularını en saf biçimde yansıttığı anlar değil midir? İçten bir gülümseme, kalpten kopup gelmiş bir damla gözyaşı, feryatlar yahut kahkahalar. High School Love On adlı dizide şöyle bir replik vardı, onu da buraya bırakayım.

Göz yaşlarının sıcak olmasının nedeni kalbin sıcak olması değil midir?

   Ve sonuç olarak diyorum ki, kağıttan mürekkepten bir insan iskeleti için değil akıttığımız gözyaşları. Bir üflemeyle uçup gidecek küller kadar kurgu lakin gelip ‘merhaba’ diyecekmiş kadar da gerçek, bizden biri adeta.




   Hem hayaller ve gerçekler, ne kadar ayrılabilir ki birbirinden? Hiç… Sonuçta rüya içinde bir rüya değil midir hep gördüğümüz, göründüğümüz?[1]

   Bu da böyle bir esintiydi işte…

   O halde selametle kalın…

Not: Nedenini bilmediğim bir şekilde daha önceden yayınladığım bu yazı başlara gelmiş, galiba bloğum o kadar beğendi ki yeniden okuyun istedi...



[1] Edgar Ellan Poe, A Dream Within A Dream, ‘Is all that we see or seem but a dream within a dream?’
Share:
Bu bloğun tüm hakları pamuğa ekilmiş bir fasulye tohumunun içinde saklıdır. Blogger tarafından desteklenmektedir.